İstanbul’un Dikilitaşları

Dünyanın birçok büyük kentinde, özellikle Roma, Paris ve Londra’da, kaide­ler üzerinde yükselen bir takım taş anıtlar dikkati çeker. Tari­hi kaynaklarda ve halk arasında “dikilitaş” (obelisk) ismi ile tanı­nan bu anıtların başlangıcı çok eski­dir. Mısır’da, Ön Asya uygarlıkla­rında sayıca pek fazla olmasa da di­kilitaşları andıran bir takım taş anıt­lar vardır. Akad Kralı Maniştusu ile Asur Kralı III, Salmanassar’ın yap­tırdığı dikilitaşları bunlara örnek olarak gösterebiliriz. Ayrıca Mezo­potamya’da Sümerler’in, Babilliler’­in. Anadolu’da Hititler’in kutsal alanlarında, Eski Yunan’da ise me­zarlıklarda dikilitaşlara rastlanır.

Ro­malılar, gittikleri her yerden ülkele­rine ganimet olarak dikilitaşlar geti­rirlerdi.

Roma şehircilik anlayışına göre meydanlar, kentlerin çekirdeğini oluşturur. Kentler, irili ufaklı mey­danların çevresinde büyürler. Halkın buluşma ve alışveriş merkezi olan bu meydanlara anıt dikilmesi de bir Roma geleneğidir. Bu bazen bir şadırvan, bazen bir tak, bazen de bir dikilitaş olabilir. Bunun için Ro­malılar, gittikleri her yerden ülkele­rine ganimet olarak dikilitaşlar geti­rirlerdi. Bugün Avrupa’nın önemli tüm kentlerini süsleyen dikilitaşlar, işte bu Roma geleneği sayesinde di­kilmişlerdi. Bunlara örnek olarak, Roma’da, San Giovanni Latarano Meydanı’ndaki “Circo Massimo”, Vatikan’ın içindeki San Pietro Meydanı’ndaki “Vatican”, Roma Navona Meydanı’nda “Caracalla”, Roma’da “Campus Martius”, Pa­ris’in tarihi Concorde Meydanı’nda­ki “Luxor”, İngiltere’de, Thames rıhtımındaki “Londra” dikilitaşları gösterilebilir…

Bizanslılar da İstanbul’­un çeşitli meydanlarına bir takım anıtlar dikmişlerdi

Bizanslılar da imparatorlarının isimlerini veya kazandıkları bir zaferi kendilerinden sonra gelecek ne­sillere tanıtmak amacıyla İstanbul’­un çeşitli meydanlarına bir takım anıtlar dikmişlerdi. Bunların bir kıs­mı günümüze iyi denecek bir şekil­de gelmiş olmasına karşılık, bazıla­rının da yalnızca yerleri ile isimleri biliniyor. Büyük ölçekli busütunla­rın yanısıra İstanbul’da çok sayıda irili ufaklı anıt sütunlar da vardı. Ancak bunlar, Arcadius, Marci­anus, I.Theodosius ve Justinianus dikilitaşları ile karşılaştırılamaya­cak kadar küçük anıtlardı.

Gladyatör dövüşlerinin, araba ya­rışlarının yapıldığı, sayısız ayaklan­malara ve kanlı çarpışmalara sahne olan Hipodrom’da (At Meydanı, Sultanahmet) irili ufaklı birçok sü­tun vardı. Bu anıtlardan sadece I. Theodosius dikilitaşı, VII. Konstan­tin sütunu ile Burmalı (Yılanlı) Sü­tun günümüze gelebildi.

Yaşlı ve saygın “Dikilitaş”…

İstanbul’un yaşayan en yaşlı anıtı sayılan ve halk arasında “Dikili­taş” diye bilinen I. Theodosius anıtı­nın rölyefi kaidesini Bizanslılar, sütunu ise, yekpare pembe granit­ten Mısırlılar yapmıştı. Bu anıt, Aşağı Mısır’da Karnak tapınağının önüne, M.Ö.1500 yılında bir zafer anıtı olarak III. Tutmosis adına dikil­mişti. İmparator II. Konstantin (337-361) bu taşı İstanbul’a getirmek için yerinden indirtmiş, ama ani ölümü ile bu girişimi yarıda kalmıştı. Ora­da 30 yıl kadar yerde yatan dikili­taş, İstanbul’u yeni baştan imar eden I.Theodosius (379-395) tara­fından İstanbul’a getirtildi. Theodo­sius kaidesini de hazırlatmıştı, fa­kat yerine dikmeye ömrü yetmedi. Sonunda, bir süre daha yerde ka­lan taşı ayağa kaldırmak, M.S.400 yılında, İstanbul valisi olan Proclu­s’a kısmet oldu.

Dikilitaş’ın piramit tepesinde tunçtan bir küre bulunuyordu
19 metre yükseklikteki Dikilitaş’ın tepesi de küçük bir piramit şeklindeydi ve bu piramitin tepesinde de tunçtan bir küre bulunuyordu. Bu küre, 865 yılındaki depremde düş­müş ve kayboldu. Bizanslılar, dört tarafı hiyegrolif yazılarla bezenmiş bu sütuna mistik, gizemli anlamlar yüklemişler; onları “bir çeşit tılsım” olarak kabul etmişlerdi. Bunun ne­deni, yazıların ne ifade ettiğini an­layamamış olmalarıydı.

Dikilitaş’ın hiyegrolif’in de ve kitabelerin de ne yazıyor?
Ancak 1823 yılında okunabilen bu yazılarda özet olarak şunlar ya­zılıydı:
“Servete, şiddete ve maha­rete sahip, güneşteki altın renkleri dünyaya yayan Tanrı Amon saye­sinde bu vasıfları kazanan on seki­zinci sülaleden III. Tutmosis, Tanrı Amon’a şükran borcunu ödemek için hediyesini takdim eder. III. Tut­mosis, denizleri aşarak iki nehir arasındaki memleketleri zaptetti. Saltanatının otuzuncu senesinde de bu anıtı dikti …”
İlk devir Bizans plastik sanatı ör­neklerinden olan Dikilitaş’ın kaide­sinde iki kitabe yer alıyor. Yunanca ve Latince olarak iki ayrı dilde yazı­lan bu kitabeler birbirinden farklı bilgiler içeriyor. Sultanahmet Camii yönündeki Latince kitabe, diğerine göre daha uzun ve daha ayrıntılı yazılmış. Kitabenin bir başka özel­liği ise, anıtın seyircilere hitap et­mesi:
“Önceleri direnmiştim, fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius ve onun kesin­tisiz sülalesine boyun eğiyor, bana da galip geldiler ve reis Procius’un idaresi altında, 32 günde yükselme­ye mecbur oldum…”
Kaidenin Adliye Sarayı’na bakan cephesindeki Yunanca kitabede ise, üçüncü şahsın ağzından şunlar yazılı:
“Devamlı bir surette yerde duran bu taşı dikme cesaretini İm­parator Theodosius gösterdi ve yardımına da Proclus çağırıldı ve bu şekilde 32 günde yerine dikildi.”
Dikilitaş’ın mermer kaidesindeki kabartma rölyeflerde asıl kompozis­yonu imparator locası meydana getiriyor. Bu localarda I.Theodosi­us, yanında karısı ve oğulları Arka­dius ve Honorius olduğu halde san­ki bir gösteri izler gibi… Yan loca­larda devrin önde gelen kişileri, bunların da önünde hipodromdaki bazı olaylar, mağlup edilmiş “bar­barlar”, yarış arabaları, dans eden­ler, çalgıcılar ve asıl önemlisi, anı­tın nasıl dikildiğini gösteren figürler bir belgesel gibi yer alıyor.

“Yılanlı” ya da “Burmalı Sütun”…

Hipodrom’da I. Theodosius dikili­taşı ile Konstantin sütunu ara­sında bulunan “Burmalı” ya da “Yı­lanlı Sütun”u I. Konstantin diktirmiş­ti. Şehirciliğe pek meraklı olan bu imparator, birçok yerden anıtlar toplayarak İstanbul’a getirmişti. Bu arada M.Ö. 479 yılında Delfi’deki Apollon Tapınağı önünde bulunan bu sütun da yerinden sökülmüş ve İstanbul’a getirilmişti.

Sütunun kıvrımlarına kazınmış yazılar

Burmalı sütun, M.Ö. 500 sonların­da Yunanlılar’ın, ülkelerini istila eden Persler’e karşı kazandıkları Plataiai (479) zaferinin bir anısı ola­rak, ele geçen silahların eritilmesiy­le yapılmış ve şükran ifadesi olarak da Delfi’deki Apollon Tapınağı’na armağan edilmişti. Aslında bu sü­tun, birbirine sarılmış üç tunç yılan figürünün başları üzerinde taşıdığı antik tütsü kazanından meydana geliyordu. Plataiai savaşının kahra­manı Sparta Kralı Pausanias, anıtın kaidesine Persler’in yenilmesinde rol oynayan 31 Yunan kolonisinin isimlerini kazıtmıştı. Bu isimleri bu­gün dahi sütunun kıvrımları üzerin­de görmek mümkün…

Sütunun3 yılanbaşı nerede?

Aslı 29 kıvrımlı ve sekiz metre boyunda olan Burmalı sütundan gü­nümüze ancak 5 metrelik bir kısmı kalabildi. Bugün 6,5 metre çapında ve 3 metre derinliğinde bir çukurun içinde görülebilen sütun, 1856 yılına kadar toprağın altındaydı. Yılan başlarının XVII. yüzyıl sonlarına ka­dar yerinde olduğunu Surname ve Hünername’deki minyatürlerden öğreniyoruz. Evliya Çelebi’nin de sözüne ettiği bu yılan başlarının ne zaman ve nasıl koptuğu bilinmiyor. Bunlardan birine ait üst çene par­çası, 1848 yılında Ayasofya’nın ta­miri sırasında yapılan bir kazıda bulunmuş ve Mimar Fossati tarafın­dan o zamanki Asar-ı Atika Müzesi­’ne (Arkeoloji Müzesi) teslim edil­mişti. Başlardan diğeri de British Museum‘da bulunuyor…

“Çemberlitaş” ya da “Yanıktaş”…

Sultanahmet ve Beyazıt Meydanı arasında uzanan caddenin bir kenarında yer alan ve bu semte adını veren Çemberlitaş, Roma’nın dünyaya yayıldığı yıllarda, Frig­ya’dan alınarak Roma’daki Apollon Tapınağı önüne dikilmişti. Üzerin­de, güneşi selamlar vaziyette Tanrı Apollon’un heykeli bulunuyordu. I. Konstantin İstanbul’u yeni baştan imar ederken bu sütunu Roma’dan getirtmiş ve 11 Mayıs 330 tarihinde şimdiki yerine dikerek üzerine ken­di heykelini koydurmuştu. Konstan­tin’in heykeli, bir süre sonra tahta geçen Julianus (361-363) tarafından indirilmiş ve yerine yeni imparato­run heykeli konmuştu. Fakat Juli­anus’un heykeli de burada pek faz­la kalamadı. Roma tahtına geçen I. Theodosius bu heykeli kendisininki ile değiştirdi. Theodosius heykeli de doğaya yenik düştü; onu bir yıl­dırım devirdi.

O sıralar Bizans tahtında Kom­menos Sülalesi bulunuyordu. İmpa­rator Alexios Kommenos (1081-1118) sütunu tamir ettirmekle beraber, Theodosius’un heykelini tekrar yerine koydurmamış, sadece Ko­rint üslubunda mermer bir başlık ve bir haç ile yetinmişti. Mermer bir kürsü ve porfir bir kaidenin üze­rinde silindirik 9 kırmızı porfir par­ça taşın üst üste konmasıyla mey­dana gelmiş olan anıt, daha sonra­ki yıllarda yine hasara uğramış ve II. Manuel Kommenos (1143-1180) tarafından tamir ettirilmişti. Kitabe­sinde, “Zamanla hurda olan ilahi eseri, dindar İmparator Manuel yaptırdı” yazıyordu. Alexios’un koy­durduğu haç, kenti Osmanlılar’ın almasına kadar orada kalmış, son­ra kaldırılmıştı.

Çemberlitaş veya Yanıktaş adı nerden geliyor

XVI. yüzyılda İstanbul’da çıkan büyük bir yangında yanan ve porfir taşları çatlayan anıtı, II. Mustafa (1695-1703) demir çemberler içine aldırdı. Kaidesine de kalın bir duvar ördürdü. Bu onarımdan sonra sütu­na “Çemberlitaş” bazen de “Yanık­taş” denmeye başlandı. Bugün, yük­sekliği 35 metre olan anıtın en altta­ki iki silindir bloğu da II. Mustafa’nın yaptırdığı duvarlar içinde kalıyor…

Arcadius Sütunu

İstanbul’un bir başka önemli anıtı olan Arcadius Sütunu, Cerrahpa­şa, Haseki Kadın sokağında yer alı­yordu. Tarihçi Teofanes’in yazdığı­na göre, bu sütunu 403 yılında İm­parator Arcadius (395-408), babası­nın ve kendisinin savaş zaferleri anısına dikmek istemiş ama bunu tamamlamaya ömrü vefa etmemiş­ti. Sütunu, Arcadius’un oğlu II. Te­odosius (408-450) tamamlamış ve üzerine de babasının heykelini koy­durmuştu. Arcadius, Büyük Roma İmparatorluğunu doğu ve batı ol­mak üzere ikiye ayıran İmparator I. Theodosius’un oğluydu. Theodosius, Batı Roma’yı oğlu Honorius’a, Doğu Roma’yı da diğer oğlu Arca­dius’a vermişti.

Günümüze dört köşe kaidesin­den başka bir şey kalmayan bu anıtın yüksekliği 35, kaidesiyle bir­likte 50 metreydi. P.G. İnciciyan’ın belirttiğine göre, sütunun içinde 223 basamaklı taş bir merdiven yer alıyordu. Sütun yukarıdan aşağıya sarmal bir şekilde kabartma resim­lerle süslüydü. Bu resimlerde Ar­kadius ve Thedosius’un Gotlar’a karşı kazanmış oldukları zaferler anlatılıyordu. Zamanımıza bu ilgi çekici kabartmalardan bir şey kal­mamış, ancak Davutpaşa İskelesi civarında 1874 yılında denizden çı­karılan, savaş sahneleri içeren ba­zı kabartmaların bu sütuna ait oldu­ğu iddia edilmişti. Justinianus (527-563) devrindeki bir fırtına sütunun üstündeki heykeli yere düşürdü. 740 yılı depremiyle ciddi hasar gör­dü. Sütunun III. Sultan Ahmed (1703-1730) zamanına kadar ayakta kaldığı tahmin ediliyor. Bu yıllarda çevresi için tehlikeli bir hale geldiği için yıktırılmış, ancak kaidesine do­kunulmamıştı.

.

.

Savaş anısı “Gotlar Sütunu”

Gülhane Parkı’nın Sarayburnu yö­nünde bulunan Gotlar Sütunu’­nun Korent tarzı başlığı üzerinde, tarihçi Nikefor Gregoras’ın kaydetti­ğine göre, Bizans’ın kurucusu Me­garyalı Bizas’ın heykeli bulunuyor­muş. Başka bir iddiaya göre, Roma İmparatoru II. Claudius, Sırbistan’ın Niş kenti civarında büyük bir Got ordusunu bozguna uğratmış (269) ve “Gotkıran” ünvanı ile büyük bir şöhret kazanmıştı. Claudius’un bu önemli zaferini ebedileştirmek amacıyla Roma İmparatoru I. Konstantin, 15 metre yüksekliğinde granitten bir sütun diktirmiş ve ka­idesine “Fortvnae redvci ob Devic­tos Gothos” (Gotlar’a karşı kazanı­lan zaferde yardımcı olan talihe te­şekkür) ibaresini yazdırmıştı.

15 metre yüksekliğinde, mavi da­marlı tek parçadan yapılmış olan sütun hakkında kaynaklarda tek sa­tırın geçmemesi, tarihçileri yapılış nedenlerini açıklamakta zorluyor. 

 “Örme Sütun” ya da “Colossum”

Aynı meydanda bulunan ve halk arasında “Örme Sütun” diye anı­lan Konstantin sütununu kimin yap­tırdığı bilinmiyor. “Colossum” da denilen ve zamanla tahrip olan sü­tunu VII. Konstantin (911-959) tamir ettirmiş ve babası I. Basileios’un (867-886) zaferlerini anlatan tunç levhalarla kaplatmıştı. Ne yazık ki, Latin istilası (1204) sırasında bu levhalar sökülmüş ve para basmak amacıyla eritilmişti. Bu gün sökü­len tunç plakaların izlerini görmek mümkün… Yukarıya doğru giderek incelen sütunun tepesinde tunç bir küre bulunuyordu. Mermer kaide­sindeki kitabesinde şunlar yazılı: “VII. Konstantin, Rodos şehrindeki dev abideyle rekabet edecek bir harika yaratmak istedi.” Tabandan 32 metre yükselen bu sütunun, Ro­dos’ta, bacakları arasından gemile­rin geçtiği söylenen dev heykelle nasıl olup da karşılaştırıldığı ise meçhul…

.

.

.

Sahte Kıztaşı ya da “Marcianus Sütunu”…

Halk arasında “Kıztaşı” diye bili­nen “Marcianus Sütunu”, Fatih Saraçhane’deki bir meydanın orta­sında yer alıyor. Üzerinde Tanrıça Nike heykeli taşıyan bu anıtı, kentin valisi olan Tatianus, İmparator Marcianus (450-457) onuruna diktir­mişti. Halk arasında “Kıztaşı” diye anılırsa da gerçek Kıztaşı, Süley­maniye Camii’nin bulunduğu tepe üzerinde bulunuyordu.

Sütun, 3 aşamalı bir platform ve mermer kaide üzerine tek parça granitten yapılmış; üzerine de, Ko­rent beyaz mermerinden yapılma Roma-Korent tarzı bir başlık konul­muş… En üstte ise, olması gereken heykelin de kaidesi bulunuyor… Anıtın 1894’teki depremde hasar gördüğü ve olması gereken heyke­lin de bu sırada kırıldığı sanılıyor.

.

.

.

.

İstanbul’u koruyan tılsımlar… 

Bizans İmparatorları Yanko, Ve­zondan ve Konstantin dönemle­rinde İstanbul çok güzel imar edil­mişti. Başka ülkelerden getirilen ün­lü mühendis ve mimarlar, kenti türlü belalardan korumak amacıyla İstan­bul’a 27 tane tılsımlı anıt diktiler.

Avratpazarı denilen yerde, bin parça beyaz mermerden, minare gibi içi boş, merdivenli yüksek bir direk (Arkadius Sütunu) vardı. Ta­şın tepesinde peri yüzlü bir heykel duruyordu. Söylentiye göre, yılda bir defa bir feryat koparır, yeryü­zünde ne kadar kuş varsa o heyke­lin etrafında dönermiş. Kuşların binlercesi yere düşerler ve halk da bunları yermiş.

İkinci tılsım, Tavukpazarı (Çemberlitaş) denilen yerdeydi. Kırmızı renkli som mermerden sütunun, Hanedanı, kötülüklerden, hastalık ve fesattan koruduğuna inanılırdı.

Üçüncü tılsım, Saraçhane’de, Bü­yük Pozantin’in kızının mezarı üze­rinde dikilmişti. “Kıztaşı” diye bili­nen bu tılsım, İmparatorun kızını karıncalardan, yılanlardan, çi­yanlardan korumak için dikilmişti.

Dördüncü tılsım, Altımermer’de­dir. Altı adet mermer sütunun her­biri eski bilginler tarafından yapıl­mıştı. Bunlardan birinin üstünde sürekli olarak vızıldayan bir sinek resmi vardı ki, bu sayede İstanbul’a hiç sivrisinek giremezdi.

Beşinci tılsım, yine Altımermer’­den biriydi. Bunda ise bir leylek resmi vardı. Bu leylek yılda iki kere çığlık atardı. Birinci çığlıkta bir an­da her yer leylek dolar, ikinci çığlık­ta İstanbul’daki tüm leylekler orta­dan yok olurdu.

Altıncı tılsım, Altımermer’den bir başkasında bir horoz resmi vardı. Bu horoz 24 saatte bir öter ve bütün horozlara önderlik ederdi. Bugün dahi İstanbul’un horozları diğer şe­hirlerden önce öterler ve bütün uyuyanları sanki namaza çağırırlar.

Yedinci tılsım, Altımermer’in bi­rinde bulunan kurt resmidir. Bu kurt sayesinde İstanbul’da koyun sürüleri çobansız gezer, akşam ol­du mu, beslenmiş bir halde ve ek­siksiz olarak ağıllarına dönerler.

Sekizinci tılsım, tunçtan yapılmış, bir genç erkek ve sevgilisinin birbi­riyle kucaklaşmış haldeki heykelle­ridir. Halktan karı-koca her kim kavga ederse, biri gelip bu heykeli kucaklarsa hemen barışırlar.

Dokuzuncu tılsım, Bilgin Calinu­s’un beyaz mermer üzerine yaptığı ihtiyar adam ve kadın resimdir. Bir erkek ile bir kadın eğer geçinemez­lerse, onlardan biri bu resmi ku­caklarsa hemen boşanırlarmış.

Onuncu tılsım, Sultan Bayezid hamamının altında, dört köşeli bir sütundu. Bunun sayesinde şehre taun (veba) hastalığı giremezdi. Bayezıd Hamamı yapılırken bu tıl­sım yıkıldı. O anda Sultan Bayezid’­in bir oğlu vebadan öldü ve kentte veba salgını baş gösterdi.

Onbirinci tılsım, Tekfur Sarayı’n­daki tunçtan bir ifrit heykeliydi. Bu heykel yılda bir kez etrafına ateş saçardı. Bu ateşten bir kıvılcım ala­bilen çok sağlıklı olur, kocamazdı.

Onikinci tılsım, Zeyrek’te Hz. Yahya Kilisesi bitişiğindeki bir ma­ğaradır. Her sene kışın zemheri ge­celeri olunca, nice koncoloz deni­len cadılar bu mağaradan çıkarak arabalara binip dolaşırlarmış.

Onüçüncü tılsım, Ayasofya’da dört sütunlu bir anıttır. Azrail, Ceb­rail, İsrafil ve Mikail resimleri bulu­nan bu sütunların herbiri bir tılsım­dı. Cebrail kanat çırpıp bağırınca doğuda bolluk olur derlerdi. İsrafil resmi kanat çırparsa, batıda kıtlık olacağını gösterirdi. Mikail resmi kanat çırparsa, kuzeyden bir kahra­man çıkardı. Azrail resmi kanat çır­pınca, dünyanın her yanında veba salgını başlardı.

Ondördüncü tılsım, Atmeydanı’n­da, “Milyonbar” (Örme Sütun) deni­len bir anıttır. 300 bin taştan yapıl­ma bu sütunun tepesinde çok güçlü bir mıknatıs vardır. Bu mıknatıs İs­tanbul’u depremlerden korur.

Onbeşinci tılsım, Burma Sütun’­dur. Üç başlı bir ejderha şeklinde­dir. Başının birisini bir Yeniçeri yi­ğiti kılıç ile bir vuruşta kırmıştır. O tarihten bunun tılsımı kısmen bo­zulmuş, İstanbul’da hiç görülmez­ken akrepler meydana çıkmıştır

“Evliya Çelebi seyahatnamesi”

Kaynak : Focus Ekim 1997 sayısında “İstanbul’un dikilitaşları” başlıklı yazıdan alınmıştır.  Resim ve başlıklar yazıya eklenmiştir.

Yorum Gönderin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir