Bölüm -1

Bir yandan günlük gazetenin üzerine “Halil” diye ismini yazarken bir yandan da hiç görmediği annesini düşünüyordu. Acaba nasıl bir yüzü, vücudu vardı? Kendine benziyor muydu? Uzun muydu yoksa kısa mı? Zaten ara sıra aynanın karşısına geçer ve annesinin yüzünü tahmin etmeye çalışırdı.

“Gökyüzünde yaşamak ne garip anne! Bulutlardır ki sana benzer, yağmurlardır ki gözyaşın olur. Eşkin düşer üzerime damla damla.” dedi. “Seni ne kadar çok özledim. Keşke rüyalarımdaki gibi gelsen yanıma, elimi tutsan, sarılsan… Anne kokusu nasıldır acaba? Ana kucağı dedikleri yer nasıl bir yerdir?”

Düşünceler bir bir kafasından geçerken gazetede isminin yazılmadığı yer kalmadığını fark etti. Hayatını düşündü. Ne kadar çarpık, salaş ve korku doluydu. Çocukluğunu hatırladı. Gülümsedi. Kafasını hafif eğerek bir yandan da üzüntüsünü hatırladı.

Sabah karton kutuların üzerinde uyandığında etrafına toplanmış çocukların onu izlediğini hatırladı. Korkmuş ve şaşırmıştı. İçlerinde elebaşı gibi görünen esmer çocuk “Kimsin sen?” diye sormuştu. Sonra iç beklemeden “ Bizim mıntıkamızda uyuyan uyandığında bizim malımız olur, bizim için çalışır.” demişti.

Toplamda dört kişi olan bu grup Halil ile birlikte beş kişi olmuştu. Şafak aha yeni aydınlanıyor, gölgeler daha yeni oluşuyordu. Halil gölgesine bakarak “Sakin ol, bunlarla arkadaş olabiliri.” demişti. Dolambaçlı sokaklardan geçerek bir caddeye çıktılar. Sanki hep aynı yerde dolaşıyorlardı. En sonunda yıkık bir harabenin önüne geldiler. Eskiden tiyatro olarak kullanılan bu yer şimdi önlerinde bir savaş alanı gibi duruyordu.

İçeriye girdiklerinde ise kendi yaşlarında birçok çocuğun burada yaşadığını hemen anlayıverdi. Kimisi bir şeyler atıştırıyor, kimisi bali çekiyor, kimisi uyuyor, kimisi ise zar atarak para kazanmaya çalışıyordu. Kapıda belirdiklerinde ise herkes durup onlara baktı. Ele başları “Tarla fareleri herkes buraya baksın.” diye bağırdı. Zaten hemen hemen hepsi onlara bakıyordu. Uyuyanlarda uyandırıldı. “Bu yeni bir fare ve aramıza katıldı. Ahmet’le birlikte çalışacak. Uygun bir yerde yatsın. Şimdilik yiyecek bir şeyler verin.” dediğinde her biri ıslık, alkış ve gülüşmelerle “Hoş geldin” mesajı verdi.

İlk iki üç gün işe çıkmadı. Sadece çalışacağı yeri ve arkadaşlarını tanımakla vakit geçirdi. Hepsi kendisi gibi insanlarken içlerinde birkaç tanesinden hiç hoşlanmamıştı. Özellikle de İsmail’den.

İsmail yaşça diğerlerinden büyük ve elebaşlarından daha çok sözü geçen biriydi. Aralarında bir çekişme olduğu gayet net ortadaydı. İsmail’in kilolu olması ve kısa boylu hali onun güvenilir olmadığını çığırıyordu sanki.

İşe çıkmadan önceki akşam bütün her şeyi anladığını kontrol etmek için Ahmet’le birlikte konuşuyorlardı. Polisten kaçma, parayı muhafaza etme, daha fazla para kazanma yollarını anlatıyordu. O sırada içeriye giren hippiler gibi giyinmiş adam bir şeylerin değişeceğinin habercisiydi.

“Yeni bir tarla faresi” diye sessiz ve sinsice seslendi. Sanki “Seninle ilgili hain planların var.” der gibiydi. Elebaşından bütün bilgileri aldıktan sonra yanına gelip başını okşadı. “Çok çalışırsan çok rahat edersin. Az çalışırsan ölürsün.” dedikten sonra biraz sertçe kafasının arkasına vurup gitti.

Her şey uzun zaman önce olsa da her şeyi rahat bir şekilde hatırlayabiliyordu. Her gün hafızasındaki kirli bir iz gibiydi. Sanki bir kabus görüyordu ve bu kabustan onu uyandıracak kimse yoktu.

Hele o çalıştığı ilk gün geçirdiği kaza ve yediği dayak onun için hayatının çilesiydi ve bunlardan daha çok başına gelecekti. Nasılda hatırlamazdı ki o kaza anının. Mıntıkasındaki ilk gününü… Adıyaman’ın sokaklarını…

Yorum Gönderin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir